Arda Çetinkaya Yazılım ve arada kendim ile ilgili karaladıklarım…

Teknoloji son 10 yılda oldukça hızlı ilerlemekte. Yapılan ve yapılmakta olan şeyler mevcut sorunları çözmekten öteye gidip, mevcut alışkanlıkları değiştirmeye de başlıyor. Sürekli yenilik peşinde koşan insanoğlu, gerçek olan bu dünyada, sanal gerçeklikler yaratıp bu gerçeklikler ile yaşamaya başlıyor…

Son zamanlarda üzerinde yoğun bir şekilde çalışılan ve yavaş yavaş ürünlerini görmeye başladığımız “Augmented Reality”(AR) kavramından bahsetmek istiyorum. “Artırılmış Gerçeklik” olarak Türkçeleştirmek çok da yanlış olmaz sanırım. Peki nedir bu?

Gerçek dünyada fiziksel objelerin ve canlıların görüntüleri ile bu görüntülerin bilgisayar ortamında yorumlanarak görüntülenmesi ve işlenmesi olayına Augmented Reality diyoruz. Filmlerdeki robotların bakış açısından gördüğümüz, nesnelerin yorumlanması ile oluşan görüntüler bu artırılmış gerçeklik için örnek olabilir ya da bir web kamerasından görüntülenen görüntünün üstünde, sanal başka görüntülerin olması da örnek olarak gösterilebilir. Buraya kadar aslında fazla bir şey yok.
augmented-reality

Asıl olay fiziksel objelerin görüntüleri ile sanal objelerin aksiyon içerinde olması ve “Artırılmış Gerçeklik”i yaratıyor. Fiziksel olarak masanızın görüntüsünü algılayan bir web kamera olduğunu düşünün, görüntüyü yorumlayan ve size aktaran bilgisayarın bu görüntüye defter,kalem gibi nesneler eklediğini ve sizin fiziksel olarak boş masanızın üstünde yaptığınız hareketlerin ekranda deftere yazmak gibi görüntülendiğini düşünün.Çok hoş değil mi…

Yazının başında ürünleri görmeye başladığımızdan bahsetmiştim, bunlardan en yenisi Sony PlayStation 3 oyunu olan EyePet.Geçtiğimiz günlerde çıkan oyunun videosunu izleyerek bizi nelerin beklediğini görebilirsiniz…

2.side geliyor,hem de çok yakında…Boondock Saints’i izlemediyseniz mutlaka izleyin,izlememek kayıp…

Düzenli ütü yapan biri değilim ama düzenli çamaşır yıkayan biriyim…Dolayısıyla ütülenecek şeyler birikiyor,dağlar oluşturuyor…Sıkıntı duyuyor muyum bunda? Hayır…Sadece gerekli, o gün giyeceğim şeyleri ütülediğimden öyle saatlerce ütü ile savaşım olmuyor…Ama peki sonrası?

Genelde sabahları hazırlanma aşamasında ütü yaptığım için, evden çıkarken “Ütünün fişinin çektim mi?” acaba sorusu bana eşlik ediyor sessizce…Ta ki apartmandan çıkıp sokağın sonuna geldiğimde bağırıyor içime düşen kurt. Hazırlıyor çatalını bıcağını başlıyor içimi yemeye…”Çektim fişini hatırlıyorum” diye cevap versemde, “Ya çekmediysen” şeklinde yapıştırıyor soruyu içimdeki kurt…Ve hep geri dönüp kontrol ediyorum…Cidden salağım…Bir gün de, kontrol ettiğimde fişi prizde görsem, “ohh iyi ki kontrol etmişim” şeklinde bir ferahlama ile belki mutlu olacağım.Ama her geri döndüğümde, o prize baktığımda boşluğu gördüğümde, içimdeki kurt benle öyle bir dalga geçiyor ki…

Neyse…Bu sabah da aynı durum oldu…Ama bu sefer kontrole gitmedim…Yeter ulan…2 saate kadar apartmandan veya itfaiyeden kimse aramazsa, akşam boş prizi içimdeki kurta gösterim ben geçeceğim dalgamı…

Facebook,Twitter,FriendFeed,blog…vs. kavramları…Hepinizden önce GeoCities vardı…Diz çökün…

Web sitesi açtım diyerek; Geocities’den sayfa yapmaya çalışarak başlamadık mı bu işlere…Ne sayfası olacağına karar vermeden, yanar dönerli bir “Under Construction” yazısı, arka plana full bir resim, ve fonda anlamsız çalan midi müzikler…İnternet sayfalarının oluşmasına,sosyal internetin gelişmesine en büyük katkıyı yaptı aslında Geocities…Fark edemedik…Milyonlarca değişik içerik,farklı bakış açısı Geocities sayfalarından geldi…

İnternette ilk fiziksel katkım, Geocities’den oluşturduğum neydüğü belirsiz web sayfamdı…Ben bile şuan hatırlamıyorum…Ne günlerdi…

Neyse uzun lafın kısası,GeoCities artık yok…Bugünden sonra sistem kapanıyor…

Dün FilmEkimi’nin son günüydü ve bir filmim kalmıştı. Aldım biletimi gittim taksime…İstiklal Caddesi’nin ortalarına geldiğimde elinde Türk ve Azerbaycan bayrakları ile “bağıran” 100-150 kişilik bir grup vardı. Tam olarak ne için bağırdıklarının kendilerinin de bilmediğini düşündüğüm bu grubun ellerindeki pankartlar ile Türkiye’de olan son olaylar ile ilgili olduğunu anlayabildiğim. Ama açıkcası  amaçlarını anlayamadım. Bir de öyle bir halleri vardı ki, böyle bu protesto işi sanki onlar için “boğazda pazar günü yürüyüşü”. Haa bazıları var,profesyonel çığırtkan…Haklarını yemeyelim şimdi…Ne olsa bağırırlar…

Bu grubun hemen arkasında 30 kişilik bir polis grubu çobanlık yapıyordu.Malum Taksim,birileri bağırınca polis olmalı…Bu polis grubunun arkasında da bir 30 kişilik Galatasaray taraftarı…Maç için gaza geliyorlar…Laylay lay….Rerere,rarara şeklinde…Sarılmışlar,zıplıyorlar falan filan…”Bağırıyorlar” en büyün cimbom diye…

Güldüm…İstanbul işte dedim…Bazı şeylerin bağırarak çözülmediğini anladığımızda, çözüm üretmeye başlayabileceğiz sanırım…