Yaklaşık bir yıldır yelkene sarmış durumdayım. Aslında uzun zamandır istiyordum ama malum…İmkan konusunda oldukça sıkıntılı bir spor. Spor mu gerçi; bilemiyorum. Ama benim yaptığım, daha doğrusu yapmaya çalıştığım kesinlike keyif ya da hobby olarak adlandırılabilecek bir şey değil. Yarış ve mücadele kısmı olduğundan spor sanırım doğru bir ifade…Evet, evet…Spor…
İşimden dolayı tanışma imkanı bulduğum yelkenle, yaklaşık 4 aydır da yarışlara katılıyorum. Fenerbahçe-Garanti ilişkisi kapsamında, Fenerbahçe 1 teknesiyle, bu seneki TAYK trofesini takip ediyoruz. Dan-dun böyle girdim ama taaa başa dönersem, uzun…Yaz, yaz bitmez…Bu yazının olayı, “büyük yarış” ya da “aşağı yarışı” olarak adlandırılan, Türkiye’nin en uzun ve büyük yarışı olan “Deniz Kuvvetleri Kupası Yat Yarışı“. İstanbul’dan çıkıp, Ege denizinden, Sığacık,İzmir’e kadar yaklaşık 300 deniz mili…
11 Ağustos günü, saat 16.00’da, Çengelköy’den 61 yelkenli hareket ettik. Marmara Adası, Çanakkale Boğazı, Midilli Adası, Karaburun şeklinde kabaca bir rota ile Sığacık’a ulaşmamız gerekiyordu. Uzun bir yol yani… Öncesinde bol içecek ve tok tutacak yiyecek takviyesi yaptığımız yelkenli ile sürekli denizin üstünde, 2 gün…En iyi ihtimal bu da…

11 Ağustos, saat 16.20 civarı start verildi ve 61 yelkenli hep beraber, boğazı selamlayarak yola koyulduk. Ekipteki çoğu kişinin ilk uzun yolcuğu olmasından dolayı, genel bir heyecan hepimizde vardı sanırım. Ekibe en yeni katılan ben olduğum için, bendeki heyecan bir parça daha fazlaydı galiba. Bu heyecan ve yeni yola çıkmamız bizi bayaa oyaladı. Sakin ve ideal bir havada seyir ediyor olmamız, keyif almamıza da yardım ediyordu. Balon ile kavançasız ilerliyor olmamız, ekipteki güçü de korumamızda başlarda yardım eden bir faktör oldu. Malum önümüzde kocaman 2 gece var…Minimum eforla, maksimum performansı almamız lazım dimi… Güneşi batırmamız ile beraber, etrafımızdaki 61 yelkenli ile aramız açıldı…Kimileri geride kaldı, kimileri teknelerinden dolayı rüzgarı daha iyi kullanıp ileri gitti…Kimileri de ilerideki rüzgarları düşünüp rotalarında değişiklik yaptı…
Güneşi batırdıktan biraz sonra, ayı çıkardık…Şansımıza yarışın yapıldığı dönem, dolunaya denk geliyordu ve geceleri kocaman bir ay ile seyir yapma şansını elde ettik…Manzaraydı, dolunaydı, yakamozdu falan bunları geçtim, gecenin köründe, denizin ortasında ay ışığı büyük nimet…Yoksa göz gözü görmüyor…
Oldukça sağlam bir içecek ve yiyecek erzağımız vardı diyebilirim. Filodaki diğer teknelerin hepsini bilmiyorum ama, konfor ve erzak konusunda en birinci bizim tekne olmuştur diye düşünüyorum. 13 kişilik ekibimiz için oldukça geniş bir menümüz vardı. Hatta böyle bir yarış için biraz abartmış bile olabiliriz belki… Sarma dolma, kuru köfte, yoğurtlu makarna ile “gün” formatında öğünlerimiz bile oldu…Arada “neşeli” birşeyler diye adlandırdığımız abur-cuburlar ile de bol bol neşelendik…Yaa ama olsun bunlarda, biraz da keyfini çıkaralım…300 mil, boru değil…Bunlarda olmasa, nasıl geçerdi bilemiyorum.Haaa bu arada, çay bile demledik… 🙂
Neyse, nerede kalmıştık…Dolunayı çıkarmıştık en son. Gece 12’yi geçirmemizle beraber yavaş yavaş yorgunluk belirtileri, dinlenme fasılları başladı. Bir kaç kişi stand-by moduna geçip dinleniyor, diğer kişiler balonla oynuyordu. Çok bilinçli olmasa da güzel bir iş bölümü yaptığımızı düşünüyorum. İlk gün olmasından ve bendeki ekstra heyecandan dolayı pek stand-by moduna geçemedim.
Kakara kikiri derken, güneşin ilk ışıkları ile yeni güne merhaba dedik. Çanakkale Boğazı’na yaklaşmış olmamız ve etrafımızdaki gemiler falan hepimizi canlandırdı. Gün ışığı ile beraber filodaki diğer tekneler ile de göz teması kurabilmemiz yarışın heyecanını da zaman zaman hatırlattı. Yoksa pek takdığımız yoktu galiba 🙂
Devam…